Ne yaptığımız kadar nasıl yaptığımızın da önemli olduğunu
hatırlatan bir hikaye vardır. Vali olmuş fakat adam olamamış bir oğlun
hikayesi.
Bu hikâyenin aksine hem başarılı olmuş hem de adamlığını
muhafaza etmiş bir hikayeye ne dersiniz?
Hikayenin kahramanına ne kadar büyürse büyüsün hep çocuk
kalmayı başarabildiği için hep çocuk
diyeceğiz.
Çocuk çoğu başarılı insan gibi hayata sıfırdan başladı.
Zaten başarısının sırrı bu 0-6 yaş
evresinde yatıyor. Hayata sıfırdan bir bebek olarak başlayan bu çocukta müthiş
bir başarma duygusu vardı. Başarısızlık ihtimalini gördüğü an heyecanını
kaybedenlerin aksine başarana kadar denemeyi sürdürüyordu. Daha yaşını
doldurmadan yürümeyi öğrenmek için çalışmalara başladı. Önce emekleme ve
ardından bir yerlere tutunarak ayakta durma çalışmaları yaptı. Elini
bıraktığında bir bayrak gibi havada sallanıyor ve bir türlü dengesini
sağlayamıyordu. Fakat yılmadı. Defalarca otursa da olduğu yere, dolap çekyat
duvar kenarlarında birkaç saniye destek almadan durmaya çalıştı.
Yaşını doldurduğunda hala yürüyemiyordu. Bir adım atıyor
ve dengesini kaybediyordu. Birkaç haftalık çalışmanın ardından birkaç adım
atmayı başardı. Heyecanlıydı, hızlıydı, acemiydi. Onlarca kez olduğu yere
oturuverdi. Onlarca kez yüzüstü kapaklandı. Onlarca kez kolunu bacağını
kafasını bir yerlere çarptı. Canı yandı gözyaşı döktü. Üzüldü vazgeçmedi.
Bir yaşını 2 ay geçtiği halde hala yürüyemiyordu. Yine de
ümitsizliğe kapılmadı. Hiçbir zaman
‘’yürüyenlerin hepsi de benden büyük koca koca adamlar
ben bu işi beceremeyeceğim demedi’’
Çocuk çok başarılıydı. Başarı için gerekli azim ve gayret
onda fazlasıyla vardı. Yüzlerce kez deneyip de beceremediği şeyi sonunda
öğrendi ve artık yürüyebiliyordu. Çocuk yürümeyi öğrenirken çalışmanın sonuç
getireceğini mutluluğun da acının da hayatın gerçekleri olduğunu başarmak için
icabında yüzlerce kez denemek gerektiğini ısrarın ve sürekliliğin sonuç
getireceğini yani vazgeçmemeyi öğrenmiş
oldu.
Çocuğun yürümeyi öğrenmesinde doğuştan gelen başarma
hissi kadar etkili bir şey daha vardı. Ebeveyn desteği. Anne ve babası yürürken
onun elinden tuttular onu takdir ettiler onun heyecanına ortak oldular.
Alkışlarla kendisini desteklediler.
Ona hiçbir zaman;
‘’ne zaman yürüyeceksin yaşını doldurdun
hala emeklemeye utanmıyor musun’’
demediler.
‘’Haftalardır artık yürümeni bekliyoruz’’ demediler.
’’yetti artık’’ demediler.
‘’biz senin yaşındayken çoktan yürümüştük’’ demediler.
‘’beceriksiz seni’’ demediler.
Biraz büyüdü. Çocukta müthiş bir öğrenme merakı vardı. Gelirdi
mutfağa ve başlardı soru sormaya;
-Bu ne?
-Un
-Ne unu?
-Buğday unu.
-Ne buğday unusu J
Annesi mümkün olduğunca soruları cevaplandırmaya
çalışırdı ama. Soruları geçiştirmezdi. Babası da böyleydi. Çocuğu başından
savmazlardı.
Çocuklarına hep büyük adam muamelesi yaptılar. Çocuk ömrü
boyunca büyük adam muamelesi gördü ve böylece her daim çocuk kalabildi.
‘’Yılmak nedir yıkılmak nedir ne zaman
vazgeçilir, kimler neyle suçlanır, mazeret nasıl üretilir, mutsuz nasıl olunur…’’
hasılı başarısızlığın
prensipleri nelerdir öğrenemeden büyüyüverdi.
Çocuğun başarısında etkili olan nedenlerden biride belki
ailesiydi. Çocuğun başarısı ebeveynin ne yaptıklarıyla değil daha çok ne yapmadıklarıyla
ilgiliydi. Sonra ne söylediklerinden çok ne söylemedikleriyle. Ve nasıl
söyledikleriyle.
Hastalandığında;
‘’Bana iğne yaparlar mı anne?’’ dedi
‘’Yapabilirler’’ dedi annesi.
‘’İğne acıtır mı dedi babasına ‘’
‘’Acıtır. Fakat iyileşmen için bu acıya
dayanmalısın’’ dedi babası.
Kafalarını yormadılar.
Biz bu çocuğu nasıl kandırırız diye derin derin düşünmediler. Ne
sorulduysa cevabını düzgünce verdiler. Çocukta dürüst biri oldu.
Yetişkinler işlerini nasıl bir anda bırakamıyorlarsa
çocuğun da oyunun başından bir anda kalkamayacağını düşündüklerinde midir
nedir? Çocuğun oyununu bozmaya kalkmadılar.
Çocuk ta oyuna odaklandıkça dikkati güçlendi. Sonra unutkanlıklar,
unutkanlıklar hep onlar değil miydi? Çocuğun başarısına sebep annesi
‘’niye bizim de şöyle havuzlu bir villamız
yok’’ demeyi, babası da
‘’Bu devirde okumak para etmiyor’’ diye yakınmayı unuttu.
Daha çocukları yokken başlamıştı unutkanlıkları ev eşyası
düzerken güzel bir kitaplık beğenmişler de nasıl olduysa tv almayı unutmuşlardı
eve. İşte o çocuk böyle bir evde büyümek zorunda kaldı. Başarmasında ne
yapsındı?
Çocuk bir sınavdan 80 alınca babası
‘’neden 100 almadın’’ diye çıkışmadı.
‘’Senden yüksek alan var mı’’ diye sormadı.
‘’Birinci olman yetmez 100
almalıydın’’ demedi.
Çocuk da babasının
dünyanın en başarılı erkeği olup olmadığını sorgulamadı. Babasından fazla para
kazanan olup olmadığını da aldırmadı. Kariyeri
için değil babası olduğu için seviyordu onu. Cahildi çocuk çevresinden
bihaberdi. Karşı binadaki lüks otomobili olan kişinin doktor olduğunu
bilmiyordu. Alt kattakilerin hani şu dört ayrı şehirde yazlığı olanların hukuk
bürosunda boşanma davarlına bakan avukatlar olduğundan habersizdi. Otomobil
için ev için belli mesleklere yönelmenin şart olduğunu öğrenemedi çocuk. Sevdiği
becerdiği işi yapmaya koyuldu. Hobisi işi oldu. Üstüne para da kazandı.
Kazandığı paranın miktarı mı? Kendisi zaten buna aldırmıyordu. Onu karşı
binadakilere ve çocuğun alt komsusuna sorun.
Çocuğun çevresinde kendilerini tanıtırken
‘’ben doktor hasan ben avukat serhat’’
diye mesleğini adının önüne geçiren kimsecikler yoktu.
Sonra ısıracakmış gibi
‘’ben harrrrrvırrrrrd mezunuyum’’
diyen birine de
denk gelmedi Hiç. Belli okullardan mezun olmanın değil de
‘’bu adam var ya bizim okuldan mezun’’
denmesinin iyi bir şey olduğunu zannetti çocukcağız. İyi
de oldu. Bu yanlış(!) bilgiler onu
iyiden iyiye başarılı biri yaptı.
Çocuğun hayalleri hakikat oldu. Neşesi hiç eksilmedi. Büyüdü
ama bir türlü adam! olamadı. Ruhu hep çocuk kaldı. Yedisinden ne ise yetmişinde
de o oldu. Yürümeyi öğrendiği vakitlerdeki gibi azimli
anne babasının elini bırakmaya çalıştığındaki gibi şahsiyetli
sonra dönüp arkamdan geliyorlar mı diye kontrol ettiği zamanlardaki gibi sosyal mutfakta yemek yapan annesine soru
yağmuruna tuttuğu zamanlardaki gibi meraklı.
Artık çocuğun ardından yetişebilene aşk olsun.
Böyle çocuk yetiştirebilene de helal olsun.
(Alıntı)