17 Mart 2017 Cuma

Deha

Ne yaptığımız kadar nasıl yaptığımızın da önemli olduğunu hatırlatan bir hikaye vardır. Vali olmuş fakat adam olamamış bir oğlun hikayesi.
Bu hikâyenin aksine hem başarılı olmuş hem de adamlığını muhafaza etmiş bir hikayeye ne dersiniz?
Hikayenin kahramanına ne kadar büyürse büyüsün hep çocuk kalmayı başarabildiği için hep çocuk diyeceğiz.
Çocuk çoğu başarılı insan gibi hayata sıfırdan başladı. Zaten başarısının sırrı bu  0-6 yaş evresinde yatıyor. Hayata sıfırdan bir bebek olarak başlayan bu çocukta müthiş bir başarma duygusu vardı. Başarısızlık ihtimalini gördüğü an heyecanını kaybedenlerin aksine başarana kadar denemeyi sürdürüyordu. Daha yaşını doldurmadan yürümeyi öğrenmek için çalışmalara başladı. Önce emekleme ve ardından bir yerlere tutunarak ayakta durma çalışmaları yaptı. Elini bıraktığında bir bayrak gibi havada sallanıyor ve bir türlü dengesini sağlayamıyordu. Fakat yılmadı. Defalarca otursa da olduğu yere, dolap çekyat duvar kenarlarında birkaç saniye destek almadan durmaya çalıştı.
Yaşını doldurduğunda hala yürüyemiyordu. Bir adım atıyor ve dengesini kaybediyordu. Birkaç haftalık çalışmanın ardından birkaç adım atmayı başardı. Heyecanlıydı, hızlıydı, acemiydi. Onlarca kez olduğu yere oturuverdi. Onlarca kez yüzüstü kapaklandı. Onlarca kez kolunu bacağını kafasını bir yerlere çarptı. Canı yandı gözyaşı döktü. Üzüldü vazgeçmedi.
Bir yaşını 2 ay geçtiği halde hala yürüyemiyordu. Yine de ümitsizliğe kapılmadı. Hiçbir zaman

 ‘’yürüyenlerin hepsi de benden büyük koca koca adamlar ben bu işi beceremeyeceğim demedi’’

Çocuk çok başarılıydı. Başarı için gerekli azim ve gayret onda fazlasıyla vardı. Yüzlerce kez deneyip de beceremediği şeyi sonunda öğrendi ve artık yürüyebiliyordu. Çocuk yürümeyi öğrenirken çalışmanın sonuç getireceğini mutluluğun da acının da hayatın gerçekleri olduğunu başarmak için icabında yüzlerce kez denemek gerektiğini ısrarın ve sürekliliğin sonuç getireceğini yani vazgeçmemeyi öğrenmiş oldu.
Çocuğun yürümeyi öğrenmesinde doğuştan gelen başarma hissi kadar etkili bir şey daha vardı. Ebeveyn desteği. Anne ve babası yürürken onun elinden tuttular onu takdir ettiler onun heyecanına ortak oldular. Alkışlarla kendisini desteklediler.
Ona hiçbir zaman;

‘’ne zaman yürüyeceksin yaşını doldurdun hala emeklemeye utanmıyor musun’’ demediler.

‘’Haftalardır artık yürümeni bekliyoruz’’ demediler.

’’yetti artık’’ demediler.

‘’biz senin yaşındayken çoktan yürümüştük’’ demediler.

‘’beceriksiz seni’’ demediler.

Biraz büyüdü. Çocukta müthiş bir öğrenme merakı vardı. Gelirdi mutfağa ve başlardı soru sormaya;
-Bu ne?

-Un

-Ne unu?

-Buğday unu.
-Ne buğday unusu J

Annesi mümkün olduğunca soruları cevaplandırmaya çalışırdı ama. Soruları geçiştirmezdi. Babası da böyleydi. Çocuğu başından savmazlardı.
Çocuklarına hep büyük adam muamelesi yaptılar. Çocuk ömrü boyunca büyük adam muamelesi gördü ve böylece her daim çocuk kalabildi.

‘’Yılmak nedir yıkılmak nedir ne zaman vazgeçilir, kimler neyle suçlanır, mazeret nasıl üretilir, mutsuz nasıl olunur…’’

 hasılı başarısızlığın prensipleri nelerdir öğrenemeden büyüyüverdi.
Çocuğun başarısında etkili olan nedenlerden biride belki ailesiydi. Çocuğun başarısı ebeveynin ne yaptıklarıyla değil daha çok ne yapmadıklarıyla ilgiliydi. Sonra ne söylediklerinden çok ne söylemedikleriyle. Ve nasıl söyledikleriyle.
Hastalandığında;

‘’Bana iğne yaparlar mı anne?’’ dedi

‘’Yapabilirler’’ dedi annesi.

‘’İğne acıtır mı dedi babasına ‘’

‘’Acıtır. Fakat iyileşmen için bu acıya dayanmalısın’’ dedi babası.

Kafalarını yormadılar.  Biz bu çocuğu nasıl kandırırız diye derin derin düşünmediler. Ne sorulduysa cevabını düzgünce verdiler. Çocukta dürüst biri oldu.
Yetişkinler işlerini nasıl bir anda bırakamıyorlarsa çocuğun da oyunun başından bir anda kalkamayacağını düşündüklerinde midir nedir? Çocuğun oyununu bozmaya kalkmadılar.  Çocuk ta oyuna odaklandıkça dikkati güçlendi. Sonra unutkanlıklar, unutkanlıklar hep onlar değil miydi? Çocuğun başarısına sebep annesi

‘’niye bizim de şöyle havuzlu bir villamız yok’’ demeyi, babası da

‘’Bu devirde okumak para etmiyor’’ diye yakınmayı unuttu.

Daha çocukları yokken başlamıştı unutkanlıkları ev eşyası düzerken güzel bir kitaplık beğenmişler de nasıl olduysa tv almayı unutmuşlardı eve. İşte o çocuk böyle bir evde büyümek zorunda kaldı. Başarmasında ne yapsındı?

Çocuk bir sınavdan 80 alınca babası

‘’neden 100 almadın’’ diye çıkışmadı.

 ‘’Senden yüksek alan var mı’’ diye sormadı.

‘’Birinci olman yetmez 100 almalıydın’’ demedi.

 Çocuk da babasının dünyanın en başarılı erkeği olup olmadığını sorgulamadı. Babasından fazla para kazanan olup olmadığını da aldırmadı.  Kariyeri için değil babası olduğu için seviyordu onu. Cahildi çocuk çevresinden bihaberdi. Karşı binadaki lüks otomobili olan kişinin doktor olduğunu bilmiyordu. Alt kattakilerin hani şu dört ayrı şehirde yazlığı olanların hukuk bürosunda boşanma davarlına bakan avukatlar olduğundan habersizdi. Otomobil için ev için belli mesleklere yönelmenin şart olduğunu öğrenemedi çocuk. Sevdiği becerdiği işi yapmaya koyuldu. Hobisi işi oldu. Üstüne para da kazandı. Kazandığı paranın miktarı mı? Kendisi zaten buna aldırmıyordu. Onu karşı binadakilere ve çocuğun alt komsusuna sorun.
Çocuğun çevresinde kendilerini tanıtırken

‘’ben doktor hasan ben avukat serhat’’

diye mesleğini adının önüne geçiren kimsecikler yoktu. Sonra ısıracakmış gibi

‘’ben harrrrrvırrrrrd mezunuyum’’

 diyen birine de denk gelmedi Hiç. Belli okullardan mezun olmanın değil de

 ‘’bu adam var ya bizim okuldan mezun’’

denmesinin iyi bir şey olduğunu zannetti çocukcağız. İyi de oldu.  Bu yanlış(!) bilgiler onu iyiden iyiye başarılı biri yaptı.
Çocuğun hayalleri hakikat oldu. Neşesi hiç eksilmedi. Büyüdü ama bir türlü adam! olamadı. Ruhu hep çocuk kaldı. Yedisinden ne ise yetmişinde de o oldu. Yürümeyi öğrendiği vakitlerdeki gibi azimli anne babasının elini bırakmaya çalıştığındaki gibi şahsiyetli sonra dönüp arkamdan geliyorlar mı diye kontrol ettiği zamanlardaki gibi sosyal mutfakta yemek yapan annesine soru yağmuruna tuttuğu zamanlardaki gibi meraklı.
Artık çocuğun ardından yetişebilene aşk olsun.
Böyle çocuk yetiştirebilene de helal olsun.
(Alıntı)

30 Ocak 2016 Cumartesi

Sıla Aşktır

Ülkedeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlıklardan yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da öte bir var vardır
Hep suç bende değil
Beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme
kaderin de üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş
Göklerden gelen bir karar vardır

Sıla Aşktır  -  Sezai KARAKOÇ

20 Aralık 2015 Pazar

Bütün Erkekler Aynı Şeyi İster

  • ·        Bütün erkekler aynı şeyi ister: Haklı çıkmak. 
  •      Erkekler bir şey anlattıklarında sadece keyiflerinden ve canları istediği için değil, belli bir nedenden kalkınarak konuşurlar ve sonra da kendilerini haklı çıkartacak bir şeyler söylerler.
  • ·        Kravat Vikinglerden kalma bir mirastır. Vikingler savaş tutsaklarının boyunlarına  bir ip bağlamaya zorlayarak aşağılarlarmış. (Bir rivayet  de Hırvatlar der)
  • ·        Laboratuvar farelerine küçük numaralar yaptırarak karşılığında yem veren psikologlar insanların ödüllendirme yoluyla öğrendiğini saptadılar. Eğer bir erkek her karnabahar pişirdiğinde karısını överse, karısının en sevdiği yemeği onun için bir kez daha pişirme olasılığı artar.
  • ·        Sık ve şiddetli şekilde öfke gösteren erkek güçsüzdür.
  • ·        Kadınlar öfkelenmezler, kadınlar mızmızlanırlar JJ
  • ·        Erkekler kavgayı kaldıramazlar. Sürtüşmek onlara daha ilginç gelir.
  • ·        Erkekler korkularını asla itiraf edemezler.
  • ·        Gelelim bıyıklara erkekler niçin yüzlerinin o en hassas kısmında hindistan cevizi lifinden bir paspas taşımak isterler :):)

           Eveeet yukardaki cümleler Yvonne Kroonenberg’in ‘’ Bütün erkekler aynı şeyi             ister ‘’(Alle mannen willen maar een ding) adlı kitabından seçmece bazı           cümlelerdi.
     İlk olarak Kroonenberg şeklindeki soyadı bana doğrudan İskandinav yahut kuzey-barı avrupayı çağrıştırmıştı. Kitabın ismi belki şüpheliydi ama bu coğrafi tespitin bana söyledikleri ‘’Bu adamların yaşam stilleri üzerine denemelerini ve pratiklerini takdir ediyorum’’ şeklindeydi. Tabi hepsi değil. (Ailecek üryan şekilde saunaya girmek gibi). Lakin başka birçok noktadan bana bir Amerikan yazardan daha fazla yakın gelir bu adamlar. Kendileri soğuk ama içince veya ‘’Excuse me, Can you …’’şeklinde bir başlangıç yapınca açılıverirler. İzlenesi kimselerdir.

     Her neyse mezkur yazarın Hollanda’lı olduğunu öğrenince (ki kitapta sık sık Haarlem, Amsterdam gibi şehirler veya Kees, Eefje, gibi isimler geçiyor) bir Dakka aga orda bi dur dedim. Çünkü Allah’ın yarattığı iki cinsten biri olan erkekler hakkında bir deneme okuyacaktım ve sosyal tespitler yavaş yavaş beynime,  kalbime girecekti. 

Orada bi dur dememin sebebi ise Hollanda’daki aile hayatına dair okuduklarım, gördüklerim ve bildiklerimdir. Misal Amsterdam’da gayrimeşru klüplerin yerli sanayi ve o şehrin meşhur ögesi olduğunu öğrenince xxx sembolü olmayan bir hediyelik anahtarlık bile alamayacağımı da anlamış olduğumu hatırlarım(Amsterdam’da).  Zaten yazar da kitabın bazı bölümlerinde tamamen kedin fantezilerini dökmüş ortaya (misal aldatmak evliliği monotonluktan çıkarır, bir heyecan katar.. gibi) bu nevi şeyler belki çok göze battığından fark edilebilir ama ya fark edemeden kabul ettiklerimiz. Burada ehl-i sünnete mutabık yayınevlerinde samimi şekilde çalışan ve ümmet-i Muhammed’e bu minvalde eserler hazırlamaya çalışanların önemi gün yüzüne çıkıyor.





  

     Halbuki bu gibi sosyal tespitler sadece özgürlükçü düşünceden hareket edilerek elde edilemez. Misal hemcins evliliklerinde sadece yasaklar ve serbestiler gelenek ve modernite değil; toplumsal yaşam, fıtrat yaratılış biyoloji ve sosyoloji de düşünülmelidir. Ve hatta tarih bile. Ama Darwin amcanın biyolojisi değil Allah-ü Teala’nın biyolojisi.

     Mevzuya geri dönelim dersek; kitapta bu hanım kendi hayatına giren erkeklerden hareketle erkeklere dair bir denemeler yapmış. Son derece rahat bir tavır görülüyor kitapta. Tekrar bakacağım türden değildi maalesef. Hoş beklentim de bu yönde değildi ya. Daha çok sallanan sandalyesinde otururken aklına gelip ‘’ Dur ya şunları bi yazayım’’ demiş gibiJ
     Yine de emektir. Teşekkürler bayan Kroonenberg. Hayat tecrübelerinizi bizimle paylaştığınız için.
     Haa unutmadan yazarın dili sağlammış. Cümleleri benim diyen dilci ögelerine ayıramaz. (Zorlanır). Burada biz tabi tercümanı tebrik ediyoruz. 

Bu tarz yazarların (özgürlükçü, serbest düşünceli, aklına eseni yazan, söylenemeyeni söylediği için kendini değerli sayan vs.) değişik örnekleri bizim memleketimizde de vardır. Kendi söylediklerinin çok derin araştırmalar neticesinde geliştirildiğini düşünürlerken, sizinkilere ‘’sadece kendi ekseninde tespitler’’ diye laf atarlar.

28 Ekim 2015 Çarşamba

The 10 Natural Laws of Successful Time and Life Management


·     Psikologlar intiharın en son kontrol etme çabası olduğunu keşfetmişler: ‘’Hayatımda kontrol edebildiğim en son hayatta kalıp kalamayacağımdır.’’
·     Yaptığın gündelik işlerin temelinde hep öz değerlerin olsun.
·     Sabah uyandığında nereye neden ve nasıl gideceğini bilmenin mutluluğunu tat.
·     Zaman yönetiminde temel sorun yalnızca işlerin daha etkili biçimde yapmanın üzerinde durulmasıdır. Kimse kendine, ‘’Neden bunu yapıyorum? Bunu gerçekten yapmalı mıyım? Bunu yapmayı istiyor muyum?’’ diye sormaz.
·     Kontrol edemediğimiz şeyler yüzünden sinirlenmemiz anlamsızdır.
·     Gereksinim yeterince büyükse, normalde kontrol edemeyeceğinize inandığınız her türlü olayı kontrol edebilirsiniz.
·     Plan yapmamak, başarısızlık planı yapmaktır.
·     Tamamen dolu bir otomobildeyseniz, çoğu insan gibi kendiniz direksiyona geçmek istersiniz. Neden? Çünkü kimse sizin kadar dikkatli kullanamaz J Fakat bir başkasının da en az sizin kadar iyi kullanabileceğini kabul eder ve bu işinizi ona havale ederseniz (delege etmek) stresiniz büyük ölçüde azalır.
·     Araştırmalara göre bir aile çocuğu ile haftada yaklaşık 7 dakika konuşuyormuş. Karı-koca ise 27 dakika.
·     Abraham MASLOW değerlerimiz ve her gün yaptıklarımız arasındaki bütünlüğe ‘’kendini gerçekleştirme’’ adını vermiş.
·     Hayattaki en önemli şeyler daha az önemli olanların insafına bırakılmamalıdır.
·     Bir hedef, var olan durumla planlı bir çatışmayı gösterir.
·     Hedef belirlerken daha nicel olmalı. Misal;’’Çocuklarıma daha şefkatli olacağım’’ değil de ‘’Oğlumla cumartesileri yarım saat top oynayacağım.’’ gibi.
·     Çok kolay ulaşılan hedefler, ulaşabileceğimizin çok ötesindekiler kadar yararsız ve gerçek dışıdır.
·     Başkalarının fikirleri bizi sık sık hedef belirlemekten ve değişmeye çalışmaktan alıkoyar.
·     Bir işi planlamaya ne kadar çok zaman ayırırsak, toplam olarak onu yapmaya o kadar az zaman gerekir.(Gettin  things done-İş yaptırma- Edwin Bliss)
·     Telefon bir araçtır. Ona araç gibi davranın. Telefonu iyi kullanın, onun sizi kullanmasına izin vermeyin.
·     Hayattaki en önemli şeyler yapılacaklar listesine hiç girmez.
·     Karakter; değerli bir kararı, o kararı vermenin heyecanı geçtikten sonra uygulayabilme yetisidir.
·     Bazı insanlar sırf onları hiç kimse sevmiyor diye düşündüklerinden intihar ederler.
·     Sevgiyi elde etme adına yapamayacağımız şey yoktur. Bunu elde etmek adına aslında ilgimizi çekmeyen gruplara katılırız. Çünkü bize aidiyet hissi verirler.
·     Bağımlılık: Kısa süreli yararlar ve uzun süreli yıkım getiren zorlayıcı davranışlar.
·     Hayallerimizi, gerçek değer ve hedeflerimizi terk ettiğimizde içimizde hep bir boşluk hissederiz.
·     Ekibiyle beraber çalışan lider anlayışının sihirli yanı şudur; Onlara emrettiğinizde, kendilerinden bir şey rica edilmiş gibi hissederler.
·     İnsanın kendine verdiği değer ile üretkenlik arasında ciddi bir ilişki vardır.
·     Liderlik beraberinde çok büyük bir sorumluluk daha getirir; başkalarını yükseltme, hayatlarında kendi başlarına başarabileceklerinden daha fazlasına ulaşmak üzere onları güçlendirme sorumluluğu.


19 Ekim 2015 Pazartesi

Kendini Önemli Hissetme Gereksinimi


        Bir yerde öksüz bebeklerin her gün beşiklerinden alınıp kucakta tutulmadıkları zaman gerçekten zayıf düştüklerini, hatta öldüklerini duymuştum. Sevmek ve sevilmek yalnızca bir arzu değildir. Onlar bizim belki de en önemli gereksinimlerimizdir.
Seveni ve sevileni olmadan tek başına kalma duygusunu yansıtan yalnızlık kadar kahredici bir dert yoktur.  Bazı insanlar sırf kimsenin onları sevmediğine inandıkları için intihar ederler. Duydukları yalnızlık duygusu ile destekleyici ilişkilerin yoksunluğu, her şeye son verme düşüncesinin verdiği korkudan daha dayanılmazdır.
Sevgiyi elde etmek için yapamayacağınız şey yoktur.  Bu uğurda aslında ilgimizi çekmeyen gruplara katılırız, çünkü bize bir ait olma duygusu verirler.  Aslında bizim iyiliğimize olmasa da bazı kişilerle ilişki kurar, hoşlanmadığımız davranışlara katlanır, bir eş ve arkadaş olarak inanılmaz ödünler veririz. Hep sevilme arzumuz yüzünden.

‘’Hey anne, baba! bana bakın!’’

Kendimizi ayrı eşsiz bir insan olarak algılamaya başladığımız ilk yıllarımızdan başlayarak, doğuştan gelen bir kendimizi önemli hissetme, başkalarının dikkatini üzerimize çekme gereksinimi duyarız. Büyüdükçe bu eşsiz olma duygusunu daha da çoğaltma peşine düşeriz. İnsanların bizi fark etmesi ve değer vermesi için bazıları önemli, bazıları itici olan bir sürü yolu deneriz. Ayrıca sevgilerimi kazanamasak bile hiç olmazsa saygılarını elde etmek isteriz.

Bazı insanlarda kendini önemli hissetme isteği o kadar güçlüdür ki, bu onları her türlü aşırı davranışa sürükler. Katillerin ve hırsızların eylemleri sıklıkla ve umutsuzca, ‘’Bana bakın! Bunu ben yaptım! ‘’ yakarışından başka bir şey değildir.
Bu tarz kişiler bazı olaylarında o kadar belirgin ipuçları bırakırlar ki, araştıranlar gerçekten onların bilinmek istedikleri sonucuna varırlar.  Böyle insanlar başkalarının ne yaptıklarını bilmelerini isterler. Çok daha zararsız biçimde sırf ismi Guiness Rekorlar kitabına girsin diye abuk sabuk şeyler yapan  insanların da durumu aynıdır.

‘’ Bana bakın! Bunu ben yaptım!’’

Çocuklar ise bu isteklerini daha açık ve dürüst şekilde dışa vururlar. Başarılı bir piyano resitali veya basketbol maçı sonrasında, çok iyi notlarla eve döndüklerinde ebeveyninin gözüne hevesle ve beklentiyle bakarlar.  Övgü alma gereksinimleri o kadar içtendir ki, biz yetişkinler bunu ona vermekten kendimizi alamayız.

Hepimizin kendimiz nemli hissetmeye gereksinimi vardır. Ve bu duygu yetişkinlerde de en az çocuklardaki kadar köklüdür. Fakat biz yetişkinler övgü arayışına bir takım engeller koymuş durumdayız. Kendini önemli hissetmek hiç olmazsa bunu açıkça ifade etmek onaylanmayan bir davranış biçimidir.

  ‘’Bana bakın! Başarılı oldum! Ben önemliyim…’’ 

diye haykırmak gelir. Ama bu tür davranış bencillik olarak algılanır. Dolayısıyla bu gereksinimi karşılamak için başkalarının yardımı gereken bir başarıyı tek başımıza üstlenmek gibi yollara sapıp, genellikle daha az içten, daha stresli yöntemleri deneriz.

(The 10 Natural Laws of Successful Time and Life Management-Hyrum W. Smith-Warner Books-1995)

13 Eylül 2015 Pazar

An'lar

Eğer,yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz,sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadıgım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim.
Görmedigim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eger,yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten.
Anlar,sadece anlar.Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su,şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eger,hiçbir şey taşımazdım.
Eger yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım,bir şansım olsaydı eger.
Ama işte 85'indeyim ve biliyorumn...
ÖLÜYORUM...
Jorge Luis Borges

Kökler (The Roots) - Kunta Kinte'nin Hikayesi

Alex HALEY
Alex HALEY ismini daha önce bir gazetenin promosyon olarak verdiği Malcolm X’in otobiyografi kitabıyla duydum. Yazar, Malcolm X yada değiştirdiği şekliyle El-Hacc Malik el Şahbaz ile soru cevap şeklinde uzun bir mülakat gerçekleştirmiş ve bunları kağıda dökmüş. O sıralarda kökler adlı çalışmasını da duydum. Ve o zamanlar kökler bana çok kült bir çalışma gibi gelmişti. Çalışma diyorum, zahir, hem filmi hem de kitabı vardı.

El-Hacc Malik el Şahbaz (Malcolm X)

Alex HALEY esasen bu kitapta 7 nesil öncesine giderek kendi atalarının, dolayısıyla da kara amerika’nın destanını (The saga of black amerika) yazmış. Bu vesileyle anladığım kadarıyla hem kendini bulmuş hem başkasına yardım etmiş.
Bu felsefe bana hiç yabancı gelmedi. Önce kendi kahramanın ol (be your own hero), zaten ilham kaynağı olursun.
Kitapta Omoro ve bintanın çocukları olan Kunta kinte’nin 1700’lü yıllarda doğumuyla başlar. Uzunca bir dönem kunta kintenin yetişmesi anlatılır. Bu vesileyle Gambiya’daki adetler de verilmiş olur. Zaten bu kısmı kimse tam olarak bilemeyeceği için yazar o zamana ait adetleri romansı şekilde aktarmış. Kunta kinte’nin kaçırılması ve bu süreçte gemideki yaşam şartları da uzunca bir kısım olmuş. Kunta kinte’nin Amerika’ya gelmesi ve 2. nesil bir kadınla evlenip, geri dönüş umudunu yitirip aileisnden ayrılmasından sonraki kısımlar daha da hızlı.
Kunta Kinte Amerika'da ilk defa satılırken (Belgesel filminden Temsili)
7 nesil geçtikten sonra yazar kendi doğumuna kadar anlatıyor. Ha bu arada kunta kinte’den  kızından ayrıldıktan sonra bir daha bahsedilmiyor.
Kitapta dikkatimi çeken kısımlar ise şöyle;
  • ·         Seni gebertmek o beyaz adamın hakkıydı. Tıpkı yorulduğum için benim elimi kırdığı gibi.
  • ·         İnsan avucunu sımsıkı kapatırsa kimse elindekini alamaz, ama elin doluyken sen de başka bir şey yakalayamazsın.
  • ·         Otuz kadar İbo’nun köleliğe dayanamayarak Louisiana’da el ele tutuşarak şarkılar söyleyerek dosdoğru nehre yürüdüklerini ve boğulduklarını duymuştum. (Not: İbo; kabile ismi:)
  • ·         Kunta kinte Amerika’da aslını inkar etmeyen 1. nesil bir gana’lı bulunca gönlü dolduğunca gözyaşlarıyla selamlaşırlar.  Hem buluştuklarında hem de ayrıldıklarında Selamlaşırlar. Bu hususta peygamber efendimizin de bir Hadis-i Şerifleri vardır. Demek ki onlar da bilip yapıyorlar.
  • ·         O hala Gambiya’lı, Afrika’lıydı fakat yalnız anılarında…
  • ·         Kedi, oynadığı fareyi sonunda yer. (Afrika atasözü)
  • ·         Toubob (Beyaz adam) toprağında büyümüş biriyle evlenmenin ne demek olduğunu, bu olaydan sonra unutamadı. (Kizzy’e afrika’ya dair bir şeyler öğretmeye çalışırken)
  • ·         Aslında kizzy’yi toubob çalmamıştı. Onu öz annesi elleriyle teslim ediyordu onlara.(Vaftiz töreninden)
  • ·         Kunta’nın söylenenler umrunda değildi. Yeter ki ahırda kıldığı sabah namazlarına karışmasınlar.
  • ·         Geçen gün esir pazarından geçiyordum da. Fiyatlar ne kadar da artmış ya hu J (Efendi Waller)
  • ·         Kizzy yaşamını mahveden okur-yazarlığı çocuğuna öğretmeyi pek düşünmüyordu.
  • ·         Sonra güleç yüzlü beyazları getiren bir gemi gelmiş. ‘Vay kırmızı derili insanlara bakın’ demişler. ‘Hadi biz de oraya gelip sizinle arkadaş olalım’ demişlerdir. Kızılderililer o ilk gemiyi batırmadıkları için ne pişmandırlar şimdi.

Kunta Kinte. Afrikalı kunta kinte. Hayatının sonuna kadar bildiği şekliyle kendini muhafaza etmiş Kunta Kinte. 7 nesil içinden sadece müslüman alameti olan kendisi var. Hristiyan bir kadınla (bell) evlenmesi sebebiyle kendi kızından (kizzy) bil itibar fürunda herhangi bir İslami alamet yok. Tabi kölelik, insan haklarının olmaması efendilerin onlara davranışları vs de etkili.
Ama yabancı biriyle hayatını birleştirmek… bu bazen farklı din olur bazen kültür, renk anlayış vs. Erkeklerin kadını değiştirme (kendilerince düzeltme J) hayalleriyle evlenmeleri ne büyük bir ütopyadır. Bu ütopya ancak kadın değişim isterse, yanlış, eksik olduğunu fark ederse ve Allah-ü Teala’da onun için hayır murad etmişse olabilir sayın baylar. Aksi halde neslinize sizin tesir etmek istediğiniz kadar o da tesir edecektir.
Hatta kitabın ilerleyen kısımlarında bir kadın bebeğine Afrikalı atası kunta kinte’den bahsedince baba buna müsaade etmeyerek onu her gün alıp fabrikaya, işyerine götürür.

Kitap ana fikir olarak özgürlük üzerinden yürür. Fakat benim beklentim bunun yanında Amerikalı zencilerin İslami hayattan kopup hristiyan bir hayat benimsemeleri. Buna sebep Haley’in Malcolm ile yaptığı çalışmadır. Lakin bunu bulamadım. Bunda Haley’in de dindar olup olmadığını, hatta müslüman olup olmadığını bilmemem yatıyor olmalı. Bileydim böyle bir beklenti içine girmezdim.